sayfa içeriği
  • https://www.facebook.com/MaddiTazminat/
Ana Başlıklar


Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam377
Toplam Ziyaret828382
Site Haritası

Kusursuz Sorumluluk

Kusursuz sorumluluğun doğuşundan bahsetmiş ve kusursuz sorumluluğun, hizmet kusurunun yanında ikincil değerde ele alındığını belirmiştik. İdare, eylem ya da işleminden dolayı oluşan bir zararı, idari kusur olmasa bile bazı kayıt ve şartlar altında öder. Bu ödemeyi kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak yapar. Kusursuz sorumluluk hem özel hukuk ve hem de idare hukukunda yer bulan bir sorumluluk türüdür. Özel hukuk alanında kusursuz sorumluluk çok kısıtlı olarak yer bulmuş, yalnızca belli konularla sınırlı kalmıştır. İdari hukuk için aynı şey söylenemez. İdare hukukunda kusursuz sorumluluk oldukça geniş yer bulmuştur. 1961 ve 1982 Anayasaları ile getirilen idarenin sorumluluğu ilkesi bu genişlemeye ön ayak olmuştur.

Anayasa genel anlamda idarenin sorumluluğunu tanımlayarak altının doldurulmasını yasama organına bırakmıştır. Ancak, yasama organı hangi durumlarda "hizmet kusuruna", hangi durumlarda "kusursuz sorumluluğa" gidileceğini ya da gidilmeyeceğini ayırt edici ayrıntılı yasalar çıkarmamıştır. İdari yargı, ortaya çıkan bu boşluğu içtihatları ile doldurmaktadır. Yargı içtihadını önüne gelen somut olayın durumuna göre oluşturmaktadır. Danıştay’ın kusursuz sorumlulukla ilgili bilinen ilk kararı 16.02.1962 günlü, 1962/108 sayılı kararıdır. Danıştay kusursuz sorumluluğu ifade ederken bir kavram birliği içinde değildir. Bazen "kamu yükümlükleri karşısında eşitlik", bazen "adalet" ve bazen de "hakkaniyet". "nesafet" gibi kavramları kullanmaktadır[1].

Somut olaylarla ilgili yargı kararları incelendiğinde, idarenin kusursuz sorumluluğu daha çok “tehlike” içeren eylemlerde öne sürdüğü ortaya çıkmaktadır. Ancak, bunun yanında kamu yükümlülüklerinden karşısında eşitlik ilkesine ters düşen zarar verici davranışlar nedeniyle oluşan zararların karşılanması durumunda kusursuz sorumluluk ilkesi uygulama alanı bulabilmektedir.

Kusursuz sorumluluk ilkesi, kusurlu sorumlulukta olduğu gibi davacıya idarenin kusurlu olduğuna dair bir ispat yükü getirmez. Çünkü zaten kusur aranmamaktadır.

Kusursuz sorumluluk objektif bir sorumluluktur. Kusursuz bir sorumluluktan söz edebilmek için idarenin eylemi ile uğranılan zarar arasında nedensellik bağının kurulabiliyor olması yeterlidir. İdarenin davranışının kusurlu olup olmadığı ya da hukuka aykırı olup olmadığının bir önemi yoktur. Bu durum davacının elini bir hayli güçlendirmiştir. Kusursuz sorumluluk, “üçüncü kişinin fiilinden” ve “beklenmeyen hallerden” de etkilenmez. Bu haller olsa bile idarenin sorumluluğu ortadan kalkmaz. Ancak, “davacının kusuru” ve “mücbir sebep” somut olaya bakılarak idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırabilir. Kusursuz sorumluluğun belirlenmesi hususunda yargıcın geniş yetkileri vardır. Taraflar bu hususu dile getirmese dahi yargıç, kusursuz sorumluluk halinin varlığı res’en dikkate alır. Bu durum kamu düzenine ilişkindir.

(1)  Kusursuz Sorumluluğun Dayandığı İlkeler

Doktrinde kusursuz sorumluluğun dayandırıldığı ilkeler konusunda bir birlik bulunmamakla birlikte yaygın olarak iki ilkeye işaret edildiği görülmektedir. Bunlar, hasar, tehlike, muhatara ya da risk ilkesi ile hakkaniyet-nesafet ya da kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkeleridir.

     (a) Risk İlkesi

Bu kavram cumhuriyet öncesinde mecellede de “mazzarat menfaat mukabelesindedir” ifadesi ile yer bulmuştur. Yani bir şeyin sağlayacağı yararından faydalanan, onun uğrayacağı zarara da katlanır demektedir. Risk ilkesi, idarenin hiçbir kusuru olmasa dahi yürüttüğü tehlikeli faaliyetler ve kullandığı tehlikeli araçlar nedeniyle bir risk oluşturduğu için ortaya çıkacak zararları tazmin etmesidir. Burada idarenin eylemi ile zararlı sonuç arasında bir nedensellik bağının olması yeterlidir. İdare tehlikenin önlenmesi için her türlü önlemi almış olsa bile bu sorumluluktan kurtulamaz.

İdarenin risk oluşturacak eylemlerini belirli alanlara sokarak ayrıntılı olarak belirtmek olanağı olmasa da genel anlamda risk oluşturacak eylemler şunlar olabilir:

  • İdarenin Tehlikeli İşleri. İdare, bazen yürüttüğü faaliyetler ve kullandığı araçlarla işinin mahiyeti gereği belli bir tehlikeyi üzerinde barındırır. İdare bu faaliyetleri yapmak zorundadır, varlık sebeplerinden birisi de budur. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Kuvvetleri buna örnektir. Bu tür faaliyetlere idarenin kendi personelinin yanında üçüncü kişiler de katılabilir. İdari yargı, bu tür faaliyetlerde bazen hizmet kusuru nedeniyle ve bazen de kusursuz sorumluluk nedeniyle idareyi zararı ödemeye mahkûm etmektedir. Bazen idare ajanının kusuru bile idarenin kusursuz sorumluluğuna engel olamamaktadır. Kamu görevlisi görevini yaparken mesleki bazı riskleri de üzerine alır. Mesleki risk tehlikeleri için de idarenin sorumluluğuna gidilebilir. Kamu görevlisinin görevi sırasında ya da görevi nedeniyle ölmesi, bedensel bütünlüğünün zarara uğraması bu hallerdendir.
  • Anarşi ve Terör Olayları. Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir[2]. Bu tür anarşi ve terör olayları ve benzer olaylar nedeniyle gerek kamu görevlileri ve gerekse üçüncü kişiler zarar görmüş olabilir. Devlet çıkardığı kanunlarla bu tür olayları “sosyal risk” olarak değerlendirip, bu olaylardan zarar görenler için çeşitli kanunlarla zararlarının tazminine ilişkin düzenlemeler yapmıştır.

    (b) Kamu Yükümlülükleri Karşısında Eşitlik İlkesi

İdarenin kamu yararı ve düzeni düşüncesi ile yaptığı hizmetler dolayısı ile yönetime yükletilecek bir kusur olmadan ya da bünyesinde bir tehlike taşımadan özel bir zararın ortaya çıkması durumunda söz konusudur. Bu ilke, bir bakıma risk ilkesi dışında kalan kamu yükümlüklerine işaret etmektedir. Ortaya çıkan zararın belli kişiler tarafından çekilmesi, hakkaniyet ve nesafet gereği uygun düşmeyeceğinden kamu yükümlülükleri karşısında eşitlik ilkesine aykırıdır.

İdare, risk, tehlike söz konusu olmadan kamu yararı ve düzeni nedeniyle bir hizmet yürütmüş ya da bir eylemde bulunmuştur. Bu hizmet ya da eylemden toplumun büyük bir kesimi yararlanırken az bir kesim de işin mahiyeti gereği külfet altına sokulmuştur. İşte bu bozulan dengenin yeniden kurulması için bir denkleştirme gerekmektedir. Bu ilke, bu dengenin kurulması için ortaya çıkmıştır. Kamu yararına bir yol yapımı için idarenin el attığı üçüncü kişiye ait bir taşınmazın durumu buna örnek olabilir. Burada yoldan herkes yararlanacak, ancak külfeti üçüncü kişiye olacaktır. Bu durum hakkaniyet ve nesafetle bağdaştırılamaz. O halde kamu yükümlülükleri karşısında eşitlik ilkesi devreye girerek üçüncü kişinin zararı tazmin edilir.



[1] GÖZÜBÜYÜK Şeref, Yönetsel Yargı, Turhan Kitapevi, 33. Bası, Ankara 2013, s.306

[2] 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu, Md.1